1980lerdi… Devlet kadının başörtüsüyle okuyamayacağına hükmetmişti.
Anadolunun muhafazakar aileleri seküler devletin okullarında kızlarını okutmak
istemiyorlardı. Kızlarının değerlerini, dini ve kültürel hassasiyetlerini
yitireceklerinden korkuyorlardı. Zaten kendilerine biçilen milletin efendisi olan
ama köylerde, kasabalarda küçük yerlerde imkansızlıklarla yaşayan itaatkar
rollerine itiraz edemiyorlardı. Gerek ordu, gerek siyaset, gerek maddi desteklere
erişimde uğradıkları kısıtlamalar da buna maniydi zaten. O milletin efendisi
olarak köylerdeydi, küçük işletmeydi ama efendi olmayanlar devlet destekleriyle
şehirlerde büyük işletmeleri kuruyor, devletin tüm imkanlarından
faydalanıyordu. Yüksek eğitim kurumlarında eğitim alıyor, devletin yüksek
kademelerinde çalışıyor, beyaz yakalı kadrolarını dolduruyordu.
1990’lardı… İmamHatip liselerinin yayılması ile birlikte Anadolu insanı
kızlarını okutabileceği eğitim kurumlarına kavuşur kavuşmaz kızlarını okutmaya
başladı. Laik kadınlarımız stk’lar kurup Anadolu insanına kızlarınızı okutun
demeye başladılar. ‘Kızlarınızı bize verin, biz onların tüm masraflarını
karşılayacağız, onları okutacağız. Yeter ki kızlarınızı imamhatiplerden alıp bize
verin.’ demeye başladılar. Lakin bu öneri pek itibar görmedi. Bunun üzerine
devlet, ‘Bir dakika!’ dedi. ‘Kızların başlarındaki siyasal bir simgedir. Bana ait olan
hiçbir yerde kızlar bu örtüleriyle varlık sergileyemez, benim ‘modern, çağdaş
kadın’ projeme itaat etmeyişlerini gözüme gözüme sokamazlar!’
Emri alır almaz cemaatine bu zaten füruattır diyen ve ne eğitim
kurumlarında, ne yurtlarında bir tane örtülü kız bırakmayan dini grup
haricindeki tüm kızlar mücadeleler verdi. Acılar çekti. Kimileri okullarını bıraktı,
kimileri başını açtı, kimileri peruklar taktı. Her üç grup için de değişmeyen tek
şey vardı: Acı. Kalıcı yaralar açıldı, depresyonlar yaşandı. Gözyaşlarıyla birlikte
2000’lere gelindi… Başörtü yasağı kaldırıldı. Örtülü kadınlar serbestçe
okumaya başladı. Eğitimli ve örtülü kadınlar daha fazla hak istediler. Haksızlık
gördükleri diğer alanları gündeme getirmeye başladılar. İslamın adalet değil
erkek gözlüğüyle ele alındığı söylemlere uygulamalara karşı itirazlarını
dillendirmeye başladılar. Platformlar kurdular. Daha fazla hak talep ettiler. Daha
fazla görünürlük talep ettiler. Eşit iş, eşit maaş talep ettiler. Siyasi temsil talep
ettiler. Dini bazı yorumları okudular, araştırdılar, tartışmaya açtılar.
Darken bu grubun bir bölümü seküler feminist stk’lara yaklaştı. Buradan
itibaren söylemde ciddi farklar ortaya çıkmaya başladı. Kadınlar artık İslami
hassasiyetlerden yola çıkmıyorlardı. Bir konuyu ele aldıklarında feminist
teorinin penceresinden ele alıyor, feminism argümanlarıyla itirazlarını
dillendiriyorlardı. Söylemleri gittikçe sertleşti. ‘İktidar’ ve ‘erkek’ muhalefetine
indirgenen, sinirli, kavgacı bir dil vardı artık.
Söylemlere genel olarak bakıldığında Müslüman bir kadının itirazları
değil feminist bir kadının itirazları görülüyordu. İslami hassasiyetler,
Müslümanca yaklaşım paranteze alınıp feministçe yaklaşılıyordu artık sorunlara.
Çünkü eklemlenilen bütünden dışlanmamak, bunu gerektiriyordu.
Söylemlerinde iktidara, erkeğe dair feminsitçe eleştiriler
görüyorduk ama feminisme dair hiç Müslümanca itirazlar göremiyorduk.
Bir izmi benimseyip sesinizi yükseltirseniz elbette izminiz/ideolojiniz
karşı tepki bulacaktır. Recelblog, Tursublogun eleştirilerini ‘sadece bizi
eleştirmek için ortaya çıktılar, demek ki doğru yoldayız’ şeklinde cevapladı. Oysa
kendisi de iktidarı ve erkeği eleştirmek için ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bu
durumda en doğru yolda onlar onlar mı?
Turşuyu sadece beni eleştirmek için varsın, bana tepkiselliğin
sembolüsün, varlığın benim varlığıma bağlı söylemi ile eleştirmek hatta tiye
almaya çalışmak; reçelin kendi ontolojik varlığını sıkıntıya sokuyor. Çünkü
içeriğine bakıldığında kendisi de tek yöne (erkeğe) yönelen bir tepkiselliğin
sembolü olmuş durumda.
Meryem Rabia
Meryem Rabia
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder